10 Haziran 2016 Cuma

YEDİĞİNE VE SÖYLEDİĞİNE DİKKAT

Güncem ne yazsam sana ne karalasam bilemedim. Bu aralar tek düze yaşam içinde seyrediyorum. Biraz sıkıldım da aslında, ama şu an için böyle.  Az biraz sağlık vaziyetlerim bozulmuş, tansiyonum tavan yapmış bir türlü inemedi tabana. Alıyorum ilaçları yeni oranlarıyla ama benim ki biraz da sinirsel olduğu için öyle hemen düzene giremiyormuş. Amannn ne yapalım? Bunlar da geçer diyelim. 

Geçmeyenler yürekte açılan hasarlar. İnsanların dilleriyle saçtıkları zehirler. Kötü niyetleriyle gerçekleştirdikleri işler. İşte bunlar ağar hasarlı deprem gibidir. Ne kadar affetseniz bile sızısı kalır derinlerde bir yerde.

Bence yediğine, içtiğine ve söylediğine hep dikkat etmek şart! Bedeni sağlıklı yiyeceklerle beslerken dilimizi de biraz terbiye etmek gerektiğine inandım hep. Benimde dilime hâkim olamadığım zamanlarım oldu ama bundan zarar gördüm sadece, fayda değil.  Ağızdan çıkanı geri alamıyorsun. Akıllı insanlar az konuşup çok dinlemeyi bilenlerdir.  İşte günün kıssadan hissesi;

Diyojen’e bir adamın ne kadar akıllı olduğunun nasıl anlaşıldığını sordular. Yanıtı kısa oldu;
“Konuşmasından” dedi.
Bir soru daha sordular “Peki adam ya hiç konuşmazsa”
Diyojen’in yanıtı bu kez şöyle oldu:
“ O kadar akıllı olanı henüz yok dünyada.”


Günce Yazarı

8 Haziran 2016 Çarşamba

ÇOCUKLUĞUMUN ORUÇLARI

Bugün yine kapalı bir ruh halindeyim. Havanın serin ve bulutlu olmasından dolayı mıdır bilmem, bir içine kapanma, geçmişe gitme isteyim var. Yarı miskinlik hali vaziyetlerindeyim. İnsan garip bir varlık. Yaratan bizi öyle bir programlamış ki, her şeyden etkileniyoruz. Tek düze olmak mümkün değil. Hepimizin sevinç, acı, zevk, hüzün eşikleri farklı ama her birimizde mevcut bunlar.

Günümüzün şartları, içinde bulunduğumuz belirsizlik, şiddet ve acı beni çok etkiliyor. Hal böyle olunca geçmişteki güzel anlara gitmeyi, kafamda tekrar yaşamayı seviyorum. Beni tazeliyor, enerji veriyor. Yeniden umutlandırıyor.

Yedi, sekiz yaşlarımdayken yaşadığımız Ramazanlar geldi aklıma. Zaten en evvel hatırladığım oruçlar da onlar. Annem sahur vakti sofrasını hazırladığında illa ben de kalkmak isterdim. Sıkı sıkı tembihlerdim annemi beni kaldırması için. Sonradan öğrendim ki tüm çocuklar istermiş bunu. Pek bir güzel gelirdi gece karanlığında uykudan uyanıp kahvaltı etmek. Ne fedakârdı benim canım annem; yumurtalı ekmekler, omletler ve daha pek çok çeşitli kahvaltı seçenekleri hazırlardı. O safranın bir parçası olmaktan keyif alırdım. Oruç tutmak isterdim, annem de öğlen saatlerine kadar tutmama izin verirdi. Fakat ben her şeyi tam yapmak isteyen bir velet olduğumdan Ramazanın başında ortasında ve sonunda tam oruç tutmaya başladım 8 yaş itibariyle.


Hiç unutmuyorum, ilkokul üçüncü sınıftayken oruçlu okula gitmiştim. Cebimde ayçiçekleri varmış birazcık. Orucu unutup yemeye başladım ve bitirdim ki aklıma oruçlu olduğum geldi. Ay ne üzüldüm… Gerçi bozulmadığını biliyordum ama çok üzüldüm ve iftara kadar da susuzluktan öldüm.

Diyorum ya sevgili güncem, geçmişe özlem hiç bitmez. Her ne hikmettense geçmiş günümüzden daha temiz, daha sıcak. Hele de çocukluğumuz;  ne kadar masum!


Günce Yazarı

7 Haziran 2016 Salı

YOK MU DERDİME BİR ÇARE?

Dertli insan içi duman dolu bir odaya benzer.
Onu dinlemek; o odaya bir pencere açmak gibidir.      

Hz. MEVLANA

Oy ne güzel bir sözdür bu! Vallahi ben pek çok arkadaşıma pencere olmuşumdur hem de uzun yıllardan beri. Hatta dumanların yoğunluğundan boğulur gibi de olmuşumdur. Güzel bir duygudur sevdiğin insanın içini sana açıp, yakınlığını ve samimiyetini hissettirmesi. Derdini anlatıp bir tür huzur bulması… Ama sen de ağzını sıkı tutacaksın tabi. Önüne gelene anlatmayacaksın. Ayrıcalıklıysan onun gözünde, buna layık olacaksın.


Bir de farklı yanı var bu işin. Eğer birden çok insan, hep sana gelir içini dökerse ve sen de bunları yüklenir, içinde ve omzunda taşırsan, o zaman iş kötü sonuçlar doğurur. Başlarda ben hep öyle yapardım. Dertlerle dertlenir, sıkıntılarla sıkılır, üzüntülerle üzülürdüm. Uzun yıllar sürdü bu. Sonra ben de akıllandım tabi. Kendi dertlerim, acılarım, üzüntülerim bana yük oldukça diğerlerine o kadar üzülmemeye başladım. Sadece pencere olmayı öğrendim. Açtım kanadımı ve dumanların dışarı çıkmasına vesile oldum. Eğer aracı değil depo olmaya devam etseydim ne zaman patlardım bilmiyorum?


                                                                               Günce Yazarı

6 Haziran 2016 Pazartesi

RAMAZAN GELDİ HUZUR KAT SAYIM ARTIYOR

Kaç gündür yazamadım yine sana bir şeyler sevgili güncem. Sağlık kontrollerim vardı. 3 gün o işlerle uğraştım. Hiç sevmiyorum hastane ortamını ama gerekli zamanlarda da gitmek şart tabi. Anne ve babamın sağlıklarında, hastanelerde yaşadığım çok acılı günler, istemsizliğimin nedenidir. Bu acıların ardından ister istemez bende de epeyce hasar oluştu tabi. Şimdi onlar için koşturmak gerekiyor. Ne diyelim buna da şükür.

Bugün oruç ayı başladı. Çok severim Ramazan’ın manevi atmosferini. Huzuru bolca hissederim bu ayda. İnsanlar paylaşırlar, başkalarına iyilikler yardımlar yaparlar. Daha ılımlı olmaya çalışırlar. Güzel niyetler, eylemler artar. Keşke sürekli olsa bunlar. Sadece Ramazan’da kalmasa! Bütün bir yıla yayılsa güzel eylemli davranışlar.

Ben tüm yıl, Ramazan'daymışım gibi paylaşmayı seçenlerdenim. Dualarım her daim tüm yaratılmışlar içindir. Elimden geldiğince vermeye, iyi niyetli olmaya, güzel eylemler üretmeye çalışırım. Umarım bu durum, yaşamımın sonuna kadar devam eder. Aklım ve gücüm buna yeter.


Günce Yazarı

1 Haziran 2016 Çarşamba

PARÇALI BULUTLU HİSSETMEK

Sevgili güncem kaç gündür boşladım seni. Türlü nedenlerle yazamadım iki satır sana. Neden yazmıyorsun? Diye sual edersen, bahane çok. Ama asıl olan, düzenimin ve dengemin bozulmuş olması. Nasıl bir iştir şu düzene alışma işi? Başta zorlanırsın belki ama çabuk ayak uydurursun yenisine. İnsanoğlu her şeye alışır, kolay ve güzel olana daha çabuk,  zor olana da zamanla alışır.
İşte şimdi evimden uzaklarda başka bir düzende yaşadığım için azıcık şaştı dengem. Ben alışmışım özgür ve başına buyruk, pürü pak düzenime. Şimdi daha farklı bir konumdayım o nedenle ayarlayamadım işlerimi. Ancak fırsat geçti elime de çiziktireyim dedim iki satır.


Benim moralim çabuk bozulur. Ama istersem kendim tamir ederim onu. Bilirim tamirat yollarını. Fakat istemem lazım. Bugün de moralim bozuk ve tamirat istiyor. Yalnız işin kötü yanı tamir edecek gücüm de isteğim de yok. Biraz parçalı bulutluyum bugün. Güzel bir duygu değil. Çökerten, uzaklaştıran, daraltan bir duygu… Biraz belirsizlik olunca hayatımda, endişe kapıyı çalınca, geçmişin can yakan zorlukları kendini hatırlatınca kapılırım bu duyguya. Ama bilirim ki korkunun ecele faydası yok. Ne olacaksa göreceğim, yaşayacağım. Bundan kaçış yok.

Bazen yaşam acımasız davranır. Sınavlar çok kazık sorularla dolu olur. Çöz çözebilirsen. İşte o zaman derim ki, aklım ve yüreğim yeterli olanı yaptığıma eminse gerisi boştur. Herkes her şeyi bilemez ve yapamaz. Neysen o kadarsın. Dahası yok. 

Zorlamanın âlemi de yok. Olan sana olur boşuna kanatırsın oranı buranı. Hayatındaki herkesin belli bir değeri vardır. Olduğundan fazla büyütmeye gerek yok. Fazla merhamete, acımaya, fedakârlığa da gerek yok. Sadece yeteri kadar verici olduğuna emin olmak gerek. Vicdanın ve aklın,“sen yapman gerekeni yaptın”  diyor, için rahat ediyorsa, dönüp yoluna devam etmek gerek.



Günce Yazarı