15 Ağustos 2023 Salı

BİR DAHA ASLA

Kadın yüreğindeki acıyla kıvranırken, bir yandan da "neden bu kadar harap ediyorum kendimi, değer mi?" diye düşündü. Ama yapamıyordu, boş veremiyordu. Yüreği acıyor, içi yanıyor bedeni de bu acıya eşlik ediyordu. O adamı sevmişti. İlişkisine emek vermişti. Sevdiğini yüreğiyle sahiplenip tüm benliğini ona açmıştı. Belki hata buradaydı. Çok açık olmuştu. Ona karşı hiç mahremiyeti kalmamıştı. Galiba kendini çabuk tüketmişti. Adamın, kadında keşfedecek bir şeyi kalmamıştı.

Kadın oturduğu kanepeden güç bela kalktı. Başı dönüyordu. Ayakta zor duruyordu. Birden hatırladı. Dün sabahtan beri bir şey yememişti. Gece kanepede ağlarken uyuya kalmış, aldığı alkolün etkisiyle oracıkta sızmıştı. Kendini kötü hissediyordu. "Bir şeyler yemem gerek, yoksa midem daha da ağrıyacak" diye düşündü. Mutfağa gitti ve kendine yeşil çay yaptı. Bu midesine iyi gelecekti. Biraz ekmek ve peynir aldı tabağına sonra kanepeye geri döndü. Bir yandan yiyip bir yandan tekrar düşünmeye başladı. Neydi yanlış olan? Canı gibi sevdiği ve onun da sevdiğine inandığı adam, onu niye terk etmişti?  Üstelik çok kırıcı bir kavgayla bitmişti her şey. Oysa dün birlikte Sapancaya gidip, hafta sonunu orada geçireceklerdi. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Kâbus gibiydi. İnsanın inanası gelmiyordu. Neyin birikmişi ve patlamasıydı bu? Hala anlayamıyordu. Beyni düşünmekten yorulmuştu. "Biraz toparlanmam gerek, böyle olmayacak" dedi kendi kendine ve kalkıp uzun bir duş aldı. Sıcak su iyi gelmişti. Midesindeki ağrı azalmıştı. Üstüne bir şeyler giydi. Camları açıp evi havalandırdı. Hava çok güzeldi. Bahar yerini yaza bırakmak üzereydi. Mis gibi hanımeli kokusu odanın içine dolmuştu. Çok severdi bu kokuyu. Dışarı çıkmalıyım diye düşündü önce. Sonra yakın arkadaşlarından birisini arayıp onunla birlikte sahilde oturmaya karar verdi.  

45 dakika sonra can dostlarından olan Büşra evindeydi. Apar topar gelmişti, şaşkınlık içindeydi. "Hadi çabuk anlat, ne oldu da bu hale geldiniz, hani her şey yolunda gidiyordu?" diye soran Büşra'nın yüzü hayret ifadeleriyle doluydu. Genç kadın arkadaşına dışarı çıkmak istediğini, evin ona dar geldiğini, sürekli dünkü kâbusu hatırlattığını söyledi ve evden çıkıp sahile indiler. Her zaman gittikleri kafede denize yakın bir masaya oturdular. Yosun ve iyot kokusu kadını biraz daha sakinleştirmiş gibiydi. Büşra ise merak içinde kıvranıyordu. "Aysun, anlat artık, çatlatma insanı, ne oldu?" diye yeniledi sorusunu. Aysun'un ağzından şu cümleler döküldü: "Aslında şimdi daha iyi anlıyorum, bu işi ben bitirdim. Çünkü kendi kendimi tükettim. Bu adama çok açık oldum ben, gizlide hiçbir şey kalmadı. Her dediğine evet dedim. Karşı çıkmadım. Adam sıkıldı benden. Bir erkeğin fazla huyuna suyuna gidince, alttan alınca, bir süre sonra cazibeni de yitiriyorsun anlaşılan. Bu erkeklerin ne istediklerini anladığım gün mezarda olacağımdan eminim. Sıkıldım artık." Duyduğu nedeni yeterli görmeyen Büşra, "saçmalama tek neden bu olamaz, sen bana şu kavgayı anlatsana," dedi.

"Nesini anlatayım kâbus gibiydi işte. Biliyorsun hafta sonunu Sapanca'da geçirecektik. Dün sabah erkenden kalktım, çarçabuk bir şeyler atıştırdım ve giyinmeye başladım. Çantamı akşam hazırlamıştım. 08.30 da gelecekti. Biraz daha erken geldi. Çok suratsızdı. Sabah mahmurluğudur, uykusunu alamadı diye düşündüm. Akşam özel bir organizasyonuna gidecekti. Geç yattı herhalde dedim. "Hala hazırlanmamışsın bu ne uyuşukluk?" deyince birden sinirlendim. "Hazır sayılırım ne oldu akşam geç mi yattın ya da fazla mı içtin, tersinden kalkmış gibisin," deyince bu açtı ağzını yumdu gözünü. Hiç onu bu kadar çirkin bir tavırda görmemiştim. "Ben alkolik miyim? Söylediğine dikkat et, sen hep ağırkanlısın zaten, sabahın köründe kalkıp geliyorum hatun hala hazır değil, mecbur muyum keyfini beklemeye?" gibi cümleleri sırlamaya başladı. Arkası biraz daha farklı geldi tabi. Sanki adam, dolmuş dolmuş da taşıyor gibiydi. Ben alttan almaya, onu sakinleştirmeye çalıştım. "Canım, tamam benim suçum, yanlış cümle kurdum, seni kırdım. Özür dilerim sana bir kahve yapayım. İstersen gitmeyiz, sorun değil, hadi biraz yatıp uyu" değince bana şunu söyledi: "Sen ne garip kadınsın, burada sana bağırıp çağırıyorum hala alttan alıyorsun. Bir gün olsun benimle doğru dürüst kavga bile etmedin. Biraz sinirlenecek olsan hemen otokontrolün harekete geçiyor. Bıktım senin şu uzlaşmacı kontrolünden. Hiç mi kendini serbest bırakmazsın sen?

Daha önceki ilişkilerinde erkeğe taviz vermeyen ben, çok canı yandığı için kendini değiştirmeye adayıp başarmış birisi olarak bu kez uzlaşmacı davranmam nedeniyle suçlanıyordum. Şimdi söyle bana, sence başka neden olabilir mi? Adam benden sıkıldı. Daha sonra sözleri iyice çirkinleşti, benimle devam etmek istemediğini, onu anlayamadığı biçimde yönlendirdiğimi, fazla kontrollü olduğumu söyledi ve her şey bitti deyip, çekip gitti."


Büşra, "anladım canım, anladım" deyip bir süre sessiz kaldı. İşte o an Aysun, artık olayı iyice çözmüştü. Erkekleri anlamak zordu. Eğitimsiz ya da az eğitimli, kendi halinde, her şeyi olduğu gibi kabullenen kadınlar galiba daha şanslıydı. En azından bahtına çıkana katlanmak zorunda kaldıkları için böyle olaylarla kafalarını yormuyorlardı. Kadın biraz akıllı ve eğitimli olunca, erkekler açısından iş değişiyordu. İlla bir maraz doğuyordu. Daha önceki erkek arkadaşı ona "senin bu akıllı halini sevmiyorum, aptal haline bayılıyorum" derdi. Ama bu kez değişmişti. Taviz veren, üsten konuşmayan, çok didişmeyen bir kadın olmuştu. Üstelik bu hale gelmek için onlarca kişisel gelişim kitabı okumuş, eğitimlere katılmıştı. Yani kendini değiştirmenin yollarını öğrenmiş ve bunu başarmıştı. Peki, sonuç ne olmuştu? Yine acı ve içini kemiren bir kızgınlık.

Büşra sessizliğini bozdu: "Aman bırak ya erkek milleti işte, bunları anlamak gerçekten zor. Giderse gider, dönerse gelir. Hem de utançla af dileyerek gelir. Dönmezse de kendi bilir. Bu adamlara yaranılmaz kızım. Orta ayarı tutturacağım derken sürekli ödün veren taraf biz oluyoruz.”

Aysun, o an bir karar verdi. Bir daha sevmeyecekti. Bir erkeğe kalbini bir kez daha vermeyecekti. Madem otokontrolü bu kadar güçlüydü, sevmeden, aşık olmadan bir ilişki yaşayabilirdi. Tıpkı pek çok erkeğin yaptığı gibi… Böylece canı yanmazdı. Üstelik olduğu gibi davranacak, kendini sınırlamayacaktı. Ama bir daha asla, bir erkeği kalbine almayacaktı.

 

Şadan HERGÜNER

11 Mart 2022 Cuma

ALDATILMANIN ACI YÜZÜ

Merhaba sevgili okurlar. Bundan sonra kaleme aldığım kendi hikayelerimi "Yaşamdan Hikayeler" sayfası yerine, burada ana sayfada yayınlayacağım. İşte ilki geliyor!


   Çok sıcak bir geceydi. Zuhal yatağında bir sağa bir sola dönüyor, bir türlü uyuyamıyordu. Yatak odasının camı ve kapısı açıktı. Tam karşıdaki çalışma odasının balkon kapısı da açıktı. Ama bu gece yaprak kımıldamıyordu. Sıcak bir yandan, uyuyamamak diğer yandan Zühal’i iyice bunalttı. Kalktı. Balkona çıktı. Sağlığıma iyi gelmese de yarın yatak odama bir klima taktırmalıyım diye düşündü.

   Saat 02.00 sularıydı. Ortalık çok sessizdi. Evi, şehrin yüksek kesimlerinde bir semtte olduğundan balkondan şehrin bir bölümünü izlemek mümkün oluyordu. Gece ışıklarıyla daha güzel görünen bu manzaraya bakmayı seviyordu. Keşke biraz esinti olsaydı. Daralan ruhunu ve bedenini serinletseydi. Zuhal bu gece uyuyamayacağını anladı. İyi ki yarın cumartesi, ofise gitmeyeceğim yoksa ne yapardım diye geçirdi aklından.

   Ofise uykusuz gitmenin onu ne denli zorladığını iyi biliyordu. Bir aydır gecelerinin çoğunu uykusuz geçirmişti. Yaşadığı ihanete hala inanamıyordu. Belki de bu durumu kabullenemiyordu. Oysa kocaman bir gerçekti. Kâbus gibi üzerine çökmüştü. Acıyla kıvrandığı günler ve gecelerle dolu bir ay yaşamıştı. Daha nesini kabullenemiyordu. Sonunda onun da başına gelmişti. Ne garip, İnsan benim başıma gelmez diyor ama geliyor. Ne aptalmışım. Ne gözü körmüşüm, bir adama bu kadar güvenir mi diye düşündü. Mutfağa gidip sütü bol bir kahve yaptı. Buz gibi soğuk bir bardak su da alıp balkona döndü ve  koltuğuna oturdu. Gözü uzaklara dalarken, aklı da düşüncelere daldı.  

    Kocasına gözü kapalı güvenen kadınlardandı. Ama bir erkeğe bu kadar güvenilmeyeceğini yeni anlamıştı. Zuhal güzel, akıllı ve pek çok erkeğin rüyalarını süsleyecek çekicilikte bir kadındı. Başarılı bir iş hayatı vardı. Daha şimdiden şehrin tanınan ve çok iş yapan avukatlarından biri olmuştu. Meslekte 7. yılıydı. Üç yıl önce evlenmişti Mertle. Birbirlerine aşık olmuşlar, çok sevmişler ve evlenmişlerdi. Zuhal kocasının sevgisinden emindi. Onda aradığı her özellik vardı. Ruhları ve beyinleri birdi sanki. Ortak noktaları çoktu. Her şey uyum içindeydi.

   Mertin kendine ait küçük bir şirketi vardı. İhracat, ithalat işleri yapıyordu. Bakımlı, yakışıklı ve akıllı bir adamdı. Birçok kadının beraber olmak isteyeceği bir erkekti. Buna rağmen Zuhal kocasına güveniyordu. Çünkü kendine güvenen, kendi özelliklerini bilen bir kadındı. Üstelik Mert ona her zaman açık olmuş, dürüst davranmış, sevgisini cömertçe sunmuş, Zühalin kendisi için çok önemli olduğunu karısına hissettirmişti. Sürprizlerle dolu, düşünceli, özverili bir adamdı.

Zuhal bunları düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Bu durumda nasıl kuşkulanacaktı, güvenmeyecekti Merte? Her şey yolunda gidiyordu. Şüphe doğuracak hiçbir açık vermemişti. Zuhal en çok buna üzüyordu. Kendisi gibi bir kadının aylarca enayi yerine konularak aldatılmasını sindiremiyordu. Fark edememiş olmayı kendine yediremiyordu ama kolay anlaşılacak bir ihanet yaşamadığını da biliyordu. Aldatmanın bir ucunda çok güvendiği kocası, diğer ucunda ise can dostum dediği arkadaşı Şeyma vardı.

   Şeyma ile lise yıllarında başlayan arkadaşlığı kısa süre sonra dostluğa dönüşmüş ve bir ay öncesine kadar sürmüştü. Şeyma, Zuhal için değerli ve özeldi. Önceleri ailesinin evinde, evlendikten sonraysa kendi evinde hep yakınında olmuştu. Yıllardır haftanın bir iki gününü Zühalin evinde geçirmişti. Yedikleri içtikleri birdi. Her şeyini hiç çekinmeden Şeyma ile paylaşırdı. Bu dostluk bağı nedeniyle Mert ve Şeyma arasında da yakın bir arkadaşlık oluşmuştu.

   Şeyma dört yıllık beraberliğin ardından bir ayrılık yaşamış ve acısını atlatmakta çok zorlanmıştı. Bu  dönemde Zuhal arkadaşını hiç yalnız bırakmayıp iyice sahiplenmişti. Kendisi mutluyken can dostunun acı çekmesine dayanamıyordu. Yanından hiç ayırmamıştı Şeyma’yı. Mertle gittiği her yere Şeyma’yı


  da götürmüştü. Buna tatiller de dâhildi. Hatta tatildeyken acil bir iş toplantısına katılması gerekince onlara,
Siz hiç keyfinizi bozmayın, ben gidip toplantıya katılırım, işim bitince dönerim” demişti. Güvendiği, çok sevdiği bu iki insanı baş başa bırakırken en küçük huzursuzluk bile duymamıştı. Ama Zuhal hemen değil üç gün sonra dönebilmişti yanlarına. Bu sürede olan olmuş, Mert ve Şeyma arsında bir ilişki başlamıştı. Tatil dönüşü, hiçbir açık vermeden ilişkilerine devam etmişlerdi. Zuhal durumu anlayıncaya kadar da 10 ay geçmişti.

   Bir kez daha gözyaşlarına boğularak kendine kızdı Zuhal. Nasıl bu kadar saf olabilmişti? Nasıl bir iyi niyetti bu? Büyükler boşuna dememişlerdi, “Ateşle barut yan yana durmaz ”diye. Ama o, kocasını ve kardeşi gibi gördüğü Şeyma’yı, kadın - erkek olarak düşünmemişti ki hiç. Onlar Zühal’in en yakınlarıydı. İkisine de güveni tamdı. Oysa bu iki insan Zühal’i aylarca aldatmışlardı. Üstelik onun evinde. İhanetin böylesi yenilir, yutulur gibi değildi. Acıyla kıvranırken, peki bu nasıl bir anlayışla başlamış olabilir, hiç mi vicdanları sızlamadı, hiç mi suçluluk duymadılar diye düşündü.

   Zuhal olayı öğrendiği andan itibaren ne Mert ve Şeyma ile konuşmuş ne de olay hakkında bilgi sahibi olmak istemişti. Bunu yapmayı gururuna yedirememişti. Tek bildiği 10 aydır birlikte olduklarıydı. Zaten hemen boşanmıştı. Yeni yeni sorguluyordu bu durumu. Mert’i düşündü, madem karısına olan sevgisi, arzusu bitmişti ilişki yaşayacak başka kadın mı yoktu? Ya Şeymaya ne demeliydi? Neredeyse çocukluk arkadaşıydılar. 15 yaşından beri bir aradaydılar. Bunu Zühal’e yapmasının nedeni ne olabilirdi? Aklı almıyordu.

   Balkonundan ışıklar içerisindeki şehir manzarasını izlerken, bu işin nedeni aşk olmalı dedi kendi kendine. Bunlar aşık oldular. Ama benim başıma böyle bir aşk gelseydi, ben can dostumun kocasıyla ilişki yaşamazdım dedi sesli olarak. Zuhal kocasından çok Şeymaya kızgındı. Kardeşi olarak gördüğü bu insanı asla affetmeyecekti. O kara geceyi düşündüğünde, Şeymanın da aynı acıyla yanmasını diledi içinden. Çünkü ihaneti öğrenme şekli çok acı olmuştu. O iğrenç gece, gözlerinde canlandı yeniden.

   Bir duruşma için iki günlüğüne İzmire gitmişti. Duruşmanın ertesi günü yeni bir dava için ilk görüşmeyi yapacak ve akşam uçağıyla geri dönecekti. Giderken Mert ona, “Bu iki gün sensiz nasıl geçecek? Çok özleyeceğim seni, beni böyle bırakıp gitmeni hiç sevmiyorum” demiş, Zuhal de kendini bir garip hissetmişti. İzmir’de girdiği duruşmadan sonra kalacağı otele giderken, ertesi gün görüşeceği kişinin asistanı arayıp, ani gelişen bir durum nedeniyle toplantının yarın yapılamayacağını bildirdiğinde çok sevinmişti. Hemen havaalanını aradı. Şanslıydı, ilk uçakta yer vardı. Kocasına sürpriz yapacaktı. Saat dokuz gibi evde olurdu. Zaten Mert de akşam erkeden eve geleceğini söylemişti. Kocası onu aniden karşısında görünce çok şaşıracak ve mutlu olacaktı.

    Zuhal tahmin ettiği saatte eve geldi. Kapıyı sessizce açıp içeri girdi. Salona baktı Mert yoktu ama yatak odasından ses geliyordu. Galiba kocası telefonla konuşuyordu. Koşar adım odaya yöneldi, canım bak ben geldim sürprizim nasıl ama? deyip, aralık olan kapıyı açtı. Mert ve Şeyma, Zühal

Aldatmak ve aldatılmak
in yatağındaydılar. Hayatı boyunca yaşadığı en büyük şoktu bu. Gözlerine inanamayıp bir kez daha baktı ve hiçbir şey söylemeden çantasını alıp evden çıktı.  

   Zuhal o eve bir daha ayak basmadı. Giysilerini ve özel eşyalarını, annesiyle kardeşi gidip aldılar. Kısa bir süre ailesiyle kaldı ve sonra şu anda oturduğu eve geçti. Çektiği acıyı ailesine göstermek, onları üzmek istemiyordu.

   Zuhal yaşadığı bu ihaneti ve acıyı bir şekilde aşacaktı. Ama geride kalan izler onu nasıl etkileyecekti, bunu bilemiyordu. Bir daha sevebilecek miydi, bir daha çok yakın bir kız arkadaşı olabilecek miydi? En önemlisi bir daha birilerine güvenebilecek miydi? Bu sorular kafasında dönüp dururken her yeni günün yeni bir başlangıç olduğunu düşündü. Acılar iz bıraksa bile zamanla közlenirdi. Bu ihanet de közlenecek ve Zuhal küllerinden yeniden doğacaktı. Biraz zamana ihtiyacı vardı, o kadar.

   Günün ilk ışıkları kendini gösterdiğinde hafif bir serinlik olmuştu havada. Zuhal ayağı kalkıp manzaraya bir kez daha baktı. Gözlerine bir ağırlık çökmüştü. Ağlamadan sonra gelen rahatlıkla belki biraz uyuyabileceğini düşündü ve tertemiz yatak odasına doğru yürüdü. İçini kaplayan farklı bir huzurla yatağına uzandı ve uykuya daldı.

Şadan Hergüner


8 Mart 2022 Salı

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

  

   Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Uzun yıllar önce bir fabrikada çıkan yangında, haklarını almak için savaşan 120 kadının kapalı kalarak ölmesinin anısına adanmış bir gün. Günümüzde kadın haklarının savunulduğu, kadınların yere göğe sığındırılamadığı bir gün olarak kutlanıyor. Sembolik günlerin kutlanmasını doğru bulmayanlardan değilim. Yılda bir kez de olsa bu özel günlerin anlamına vurgu yapmak çok önemli. Ben 8 Mart tarihinin, emekçi kadınlar günü olarak anılmasını doğru bulmuyorum. Çünkü kadınlar çocukluklarından itibaren hayatlarının her alanında emek veren üretkenlerdir. Tıpkı erkekler gibi.

   Bence 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak anılmalı. Sadece profesyonel anlamda çalışan kadınlar

emekçi değildir. Evinin her türlü işini yapan, çocuk yetiştiren, eş olan, alışverişe çıkan, yokluk içinde bile çocuğunu doyurmak için büyük özveride bulunan kadınlar da emekçidir. Kısacası kadın hayatının her döneminde çalışmak ve emek vermek zorundadır. Emekliye ayrılan evli erkekler ev işi yapmak zorunda olmasa da kadının ev işlerinden emekli olması gibi bir durum söz konusu değildir.

   Benim bugün altını çizmek istediğim tek şey, kadına uygulanan şiddet ve vahşet. Ülkemizde son yıllarda kadına uygulanan şiddete, kadın ölümlerine, koca vahşetlerine, kadını kendine köle etmeyi hak sayan erkeklere dikkat çekmek istiyorum. Kadınlar erkeklerin hükmedeceği,

amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri varlıklar değil.

    Erkek çocuk annesi olan kadınlara önemli bir görev düşüyor. Çocuklarını vicdanlı, kadına ve topluma saygılı, hak yemeyen, her türlü şiddete karşı duran, kadın - erkek eşitliğine inanan bireyler olarak yetiştirmeliler. Aksi halde sorunlu ve saygısız yetişkinler olmalarına fırsat tanırlar.  

Günce Yazarı

5 Mart 2022 Cumartesi

Maskeler Fora

  

Gözümüz aydın. Covid bulaşma riskini en aza indirgeyen maske takma zorunluluğu kalktı artık. Zaten bir süredir “maske de neymiş, bana bir şey olmaz” diyen cengâver insanlarımız maske takmıyorlardı. Bu arada aşı karşıtlarını da unutamayalım. “Beni aşı olmaya ikna edeceklerine, aşılı olanları izole etsinler” diyen kişilerle bile karşılaştım. HES kodu işi de bitmiş. Buna üzüldüm işte. Daha 8 ay boyunca geçerli olan bir HES kodum vardı, çok yazık oldu doğrusu. “Güleriz ağlanacak halimize” durumundayız. Okuldan mezun olan gençlerin keplerini attıkları gibi hep birlikte maskelerimizi fırlatıp, Covid19 ve varyantlarından kurtulmamızı kutluyoruz. Bu işi de başarıyla bitirdik çünkü.  

   Maske takmak sadece bizi değil, karşı tarafı da koruyan bir önlem. Japonya başta olmak üzere birçok

Uzak Doğu ülkesinde insanlar, pandemiden önce de grip ve nezleye karşı önlem amaçlı maske takıyordu. Çünkü onlar içsel ve zihinsel gelişim açısından oldukça bilinçli. Hem kendilerini hem karşılarında ki insanları korumayı önceliyorlar. Başkalarına zarar vermek istemiyorlar. Gerçi onların da yeni kuşakları batının etkisiyle yozlaşmış durumda ama geleneksel öğretiden gelenler, insan haklarına saygılı olmaya devam ediyor.

   Pandemi üçüncü yılının içinde ve devam ediyor. Dünyada olduğu gibi ülkemizde her gün yüzlerce insan Covid nedeniyle hayatını kaybediyor. Resmi rakamlar bile ciddi boyutlarda. Bazı uzmanlar bu sayılardan çok daha fazla ölüm yaşandığını söylüyor. Böyle bir dönemde önlem almamak ve hastalık yokmuş gibi davranmak çok korkutucu bir durum. Aşılama ve test sayısının düştüğünü de göz önünde bulundurursak, kendi başımızın çaresine bakmak zorunda olduğumuzu anlarız.

   Ben, Covid19 ve varyantları olumlu yönde mutasyona uğrayana kadar maske takmaya, fiziksel mesafemi korumaya devam edeceğim. Aşılarımı yaptırdım ama %100 koruma sağlayan bir aşı geliştirilene kadar maske, mesafe ve hijyen önlemlerini asla hayatımdan çıkarmayacağım. Akıl, mantık ve bilimsel veri üçlüsünü hayatımın düsturu yapmaya devam edeceğim.   

 Günce Yazarı